Zaman zaman cesaret istese de yine de yazmak kolaydır. Çok daha farklı ve zor olan, söyleyip yazdıklarını yapabilecek konuma geldikten sonra, yerine göre risk alıp iddia ettiklerini yapmak için çaba harcamaktır.
Siyasete soyunanlarla bizim gibi “yazı insanlarının” ayrıştığı noktalardan biri de sanırım budur. Bu açıdan bakarsanız bizim işimiz kolaydır.
Yine de iş hayatının verdiği alışkanlıkla belli aralıklarla geriye dönüp yazdıklarına bakmakta fayda vardır.
Hatırlayacaksınız bir yıl önce Rum lider Anastasiadis ile Dış İşleri Bakanı Özersay, Rum kesimindeki Maronitlerin meclisteki temsilcisi konumundaki kişinin evinde eşleriyle birlikte akşam yemeği yemişlerdi.
Bu yemek niye organize edildi ve ne konuşuldu bilmiyoruz.
Yalnızca tahmin edebiliriz.
Herhalde birbirlerine yemek tarifi vermemişler, sonrasında da gerekli gördükleri mercilere bu yemek tariflerini iletmemişlerdir!
O günden sonra köprünün altından çok su geçti. Hatta köprü bile ayni köprü değil. Dere de farklı akıyor.
Özersay aldığı oy oranından sonra artık gündemden düşüp nadasa yatma hazırlığındadır. Kamuoyu nezdinde de o sosyal içerikli akşam yemeğinin artık pek de önemi yoktur.
Haberin çıktığı gün o akşam yemeğini yorumlarken neden ikilem yaşadığımı, daha geniş bir çerçeveden ve bugün karşı karşıya kaldığımız güncel gelişmeler ışığında tekrar yorumlama ihtiyacı duydum.
Özersay bir şehit çocuğu ve göçmen. Siyasi ve akademik kimliğinin ötesinde Kıbrıs’ta yaşananlardan dolayı en büyük bedeli ödeyen kesimin bir ferdi Özersay.
Anastasiades ’in babası da EOKA Limasol bölge sorumlusu olduğu biliniyor.
Özersay ile Anastasiades arasında ciddi bir yaş farkı var. Yaş farkı kadar da farklı sosyo-ekonomik aile geçmişlerinden gelmişler.
Kıbrıs sorununa çözüm arayışındaki görüşme sürecinden aralarında bir tanışıklık var ama biri Cumhurbaşkanı diğeri de tanınmamış bir devletin Dış İşleri Bakanı olarak bir Maronitin evinde bir araya gelmişler.
İçerdiği semboller açısından bu “sosyal” içerikli yemeği başka bir açıdan değerlendirmek de gerekmiyor muydu? Aklıma yer eden ve not aldığım nokta buydu.
Dedim ya ne konuştular, kim bunu organize etti, niye etti bunlar konumuz değil.
Bu ikiliyi eşleriyle birlikte bir araya getiren ve o yemekte baş başa konuştuklarının dışında başka bir şeyin daha üzerinde durulması lazımdı.
Demografik farklılıkları ve müzakere masasında hasım olsalar da karşılıklı güven ile bir şeyleri paylaşabilme hissiyatının onları o akşam yemeğinde bir araya getirebildiğini düşünüyorum.
Bunu yaparken, kendi iç siyasetlerindeki dengeler açısından da risk alabildiler. Bir adım ileriye giderseniz belki de göreceli olarak riskin büyüğünü Anastasiades aldı bile diyebilirsiniz.
Kişiliklerini bir kenara bırakıp geçmişlerine baktığınızda, en olmaması gereken iki kişinin bunu yapabilmesi nedeniyle, bu akşam yemeğinin farklı sembolik bir mesaj da içerdiğini düşündüm.
Bir akşam yemeğine olduğundan daha fazla anlam yükleyerek abartmak da istemiyorum ama bunu niye bugün hatırlatıyorum onu da aktarayım.
İki devletli çözümü ve daha da önemlisi bunu özellikle AB çatısı altında yapmayı hedefliyorsak, size komik gelecek ama bunu Rum’un desteğini alarak yapmak gerekir. Tüm tarafların mutabık kaldığı BM parametrelerini değiştirmek ve AB’ye bunu kabul ettirmek ancak bunu yapmakla mümkündür. BM’nin de, AB’nin de başka ülkelerin iç işlerine emsal teşkil edecek bir konuyu bırakın kabul etmelerini tartışmaya açması bile problemin ezeli iki tarafının konsensüsü olmadan mümkün değildir.
Ezber bozacak nitelikteki bu tür açılımları, köprü görevi görecek kişiler ve ilişkiler oluşturur. Karşılıklı güven ve bilgiye dayalı kalite temelinde oluşan köprüler, bundan dolayı son derece önemli ve stratejik yapılardır. Bunu sağlamak da öncesinde iki liderin bir süre de olsa aracılara gerek duymadan konuşması ile mümkündür. Her şeyden önemlisi tarafları temsil eden iki liderin karşılıklı güveni ile mümkündür.
Tarihte sonuç veren birçok açılım, en üst seviyede oluşturulan benzeri diyalog ve karşılıklı güven ile hayata geçmiştir.
Anastasiades’i savunacak halim yok. Samimiyeti test edilmeye muhtaç bir fırsat olarak görüyorum onu. Kafasındakini hayata geçirebilmek için muhatabında görmek istediği güven duygusunu dogmaya saplanıp kalmış olan Akıncı’da bulamadığı kesin. Her şeyden önce Crans Montana’da esas niyetini, sebepleri ile Akıncı yerine Çavuşoğlu’na söylediğini biliyoruz.
Anastasiades haksız da çıkmadı çünkü Akıncı “Rumlar iki ayrı devlet mi istiyor” sorusunu Türk kamuoyunu değil esas olarak Rum kamuoyunu harekete geçirmek, Anastasiades ‘in kafasında filizlenen olası farklı bir çıkış yolunun önüne daha yola çıkmadan set çekmek için kullandı.
Birlikte çözüm eşitler arasında yapılabilir ama bundan daha da önemli unsur en tepe noktadaki müzakerecilerin kritik notalarda birbirine olan güvenidir. Birlikte çözüm arayışının başarıya ulaşmasındaki esas köprüyü oluşturan püf noktası budur.
Bir taraf şu anda 100% sahip olduğu devleti hiçbir şekilde paylaşmak istemiyor, diğer taraf da bunu naif bir şekilde görmezden gelir, hala daha eşit olarak paylaşımın peşindeyse bir yere varamazsın.
Ama bir taraf devleti paylaşmakla sonuçlanacak müzakereleri uzatıp, “ilgilenmiyorum gidiyorum” yöntemi ile karşı karşıya kalmadan olabildiğince toprak tavizi elde etmek, garantilerden kurtulmak ya da sulandırmak istiyor, diğer taraf da ayrı devlet karşılığında toprak vermeyi ve garantörlüğü yalnızca kendi devletiyle sınırlamayı sonunda kabul edebilecekse çözüm olabilir.
Ama bu noktaya gelebilmek için iki toplum liderinin aracılara gerek kalmadan karşılıklı güveni ve gizli yürünmesi gereken bir yolu yürüyebilecek güveni duyması şarttır.
Anastasiades-Özersay akşam yemeği bundan dolayı yüklendiği mesaj içeren sembollerle de olsa önemliydi. O sosyal içerikli ama gizli akşam yemeği Özersay ve Anastasiades ’in bu güveni tesis ettiği algısını yaratmıştı.
Türkiye başta olmak üzere Kıbrıs sorununa taraf olan kesimlerin tümü, Özersay’ı yeri geldiğinde güvenle kullanacakları stratejik bir köprü olarak gördüler.
Bu yazının konusu değil ama her ne sebepten dolayı olursa olsun günün sonunda köprülerin emek ve bilginin yarattığı birer mühendislik harikası stratejik yapılar olduğu Türkiye tarafından bilinse de üzerinde gelecek ve hayat inşa edilmez noktasına gelindi.
O köprü bugün yok. “Evet” dese müzakere masasında baş köşeye koyarlar. Onun yerine toplumun da onayıyla “talimli Osmanlı güvencini” tercih edildi. Türkiye bunun zorluklarını yaşayarak, Kıbrıs Türkü de neyi kaybettiğini anlamadan yoluna devam edecektir. Bir sene önceki “sosyal” içerikli yemek, tarihin tozlu sayfalarından gün ışığına çıkıp yer alır mı bilmem ama yer alırsa da kaçmış olan fırsatın parçası olarak yer alacaktır.
Ne yazık!