Hükümet yoktu; yeni kuruldu.
Kaynak yoktur; Başbakan Ankara’ya giderek talep edeceğini açıkladı. Ciddi kaynak gerekiyor. Bu ay için 650 milyon; gelecek yıl için 3.5 milyar…
Aşı yoktur! Sağlık Bakanı Güney’den parasız olarak alacaklarını ima etti ama Başbakan O’nu yalanladı ve aşıların da Ankara’dan geleceğini duyurdu.
ANKARA’DAN DESTEK TALEBİ
Belki de en dürüstümüz Başbakan Saner’dir. UBP’nin göstermelik kurultayından sonra kürsüye çıktı ve açıkça ilan etti: “Ankara’dan destek isteyeceğim.”
“Ankara’dan hem oluşan bütçe açığımız hem de sektörlerimizin ayakta kalması, sıkıntılarının aşılması ve altyapı çalışmalarımızın tamamlanabilmesi, salgın sonrası döneme hazırlanabilmemiz için destek isteyeceğim. Bir kere şunu belirtmek isterim ki Anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği olmadan bu krizi atlatmamız mümkün değildir. İyi ki Anavatanımız vardır.”
Ne yapacaktı yani?
KKTC’nin merkez bankasında biriktirilmiş milyarları vardı da harcamaktan mı çekindi?
Yoksa banknot matbaasını çalıştırmaktan mı korktu?
Avrupa Birliği para ve aşı göndermek için peşinde koşuyordu da O mu bucaklara saklandı?
Covid-19 salgını yaşamın her alanını test ediyor: Aklımız ne kadar çalışıyor? Bünyemiz ne kadar dayanıklı? Oluşturduğumuz organizasyonlar işe yarıyor mu?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de sınavdan geçirdi… Böyle bir devlet var mı; halkına yardımcı olabiliyor mu?
Sonuç gözle görülebilecek şekilde ortadadır: Yoktur!
TEŞKİLAT’TAN DEVLETE
Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı bu sonuç, hepimiz için üzcüdür. Ben de, 21 Aralık direnişinin 57’nci yıldönümünde böyle şeyler yazmaktan büyük bir utanç duyuyorum.
21 Aralık 1963’te “devlet” diyebileceğimiz bir örgütümüz yoktu. Kıbrıs Cumhuriyeti diye birşey vardı ama hiçbirimiz onu “devletimiz” olarak görmüyordu. Kıbrıslı Rumların bir vesile ile bize saldırmasını bekliyorduk ve bu saldırıdan korunmak için yapabileceklerimizin en iyisi bir “teşkilat” oluşturmaktı. Devletimiz yoktu ama yarı açık, yarı gizli bir teşkilatımız vardı. Bizi bu “teşkilat” kurtardı!
Şimdi Rumlar değil, Covid-19 saldırıyor. 1974’ten beri tam teşekküllü olarak varolduğu ileri sürülen devlet bizi koruyamıyor.
Salgının iyi yönetildiği efsanesi çöktü: Hastaneye giren çıkan bile belli değil. Bakan, kendisine bağlı hastanede ne olup bittiğini bilmiyor; anlamıyor! Dışarda ne olduğunu nasıl anlayacak.
Sosyal güvenlik sistemi var ama “güvenli” değil: Yeni bakan, aylar önce verileceği söylenen maaş desteklerini vermeye çalışacaklarını söyleyebiliyor ancak.
Devletin bir kasası bile yok: KKTC devletinde bir kuruşluk ihtiyat akçesi olmadığı da meydana çıktı.
GÖZLER ANKARA’DA
Şimdi bir de mutasyon belası çıktı. Salgının sonuna geldiğimizi düşünürken daha sıkı bir şekilde kapanmamız gerekebilir. Ne yiyip, ne içeceğiz?
Saner’in Ankara’dan ciddi bir yardım alması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Tatar, Erdoğan’a “cumhurbaşkanımız” dediği için kızanlarımız var… Kızsak bile çoğumuz, başkent olarak Lefkoşa’yı değil Ankara’yı görüyor.
Tanrı bu Covid-19’un belasını versin; herşeyi karmakarış etti!
Bu arada bize, “devlet” denilen şeyin nutuklardan ibaret olmadığını da gösterdi.
Bugünün başbakanı, halkını korumak için Ankara’ya gitmekten başka yol bulamıyorsa, bundan hepimizin utanması gerekir. Bir devletimiz olsun ve bizi silahlı veya silahsız saldırılardan korusun istiyorsak, daha fazla bir şey yapmalıyız.