Seçmenlerin seçim yapabilmeleri için ortada bazı siyasi projeler olması gerekiyor. İlan edilmiş olsun veya olmasın…
Proje dediğimizin ille “Türkiye’den su getirme projesi” gibi olması da gerekmiyor… “Türkiye’nin bir alt yönetimi veya desteklediği bir devlet olarak sorunları Türkiye’ye çözdürmek” bir proje olabilir… “Kuzey Kıbrıs AB tarafından kendi toprağı olarak kabul edildiğine; göre allem edip, kallem edip AB’ye atlama” da bir siyasi projedir aslında.
Bence en iyi siyasi proje, kendi yaşam olanaklarımızı daha iyi değerlendirmek, stratejik önemimiz varsa bunu kullanarak uluslararası siyasette yer edinmekdir.
Cumhurbaşkanlığına aday olan siyasiler, söyleseler de söylemeseler de, böyle genel projelerin temsilcileri olarak karşımızdadırlar:
- Kimisi, “Türkiye’ye ama sadece Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğini” anlatmaya çalışmaktadır. Salgına karşı mücadele etmek mi gerekiyor; yatın uyuyun, kötü bir şey olursa Türkiye imdadımıza yetişecektir! Denizlerde sorun varsa Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı ilgilenmektedir zaten.
- Kimisi, “Türkiye’yi boş verin. Ne varsa bu Avrupa’da var” mesajın güçlendirecek şekilde Türkiye’nin denizlerde verdiği mücadeleye açıkça destek olmaktan kaçınmaktadır. Türkiye’nin değil, AB’nin alt yönetimi olmayı düşlemektedir. AB yapsın, biz yiyelim!
- Kimisi, “Yönetmek lazım, yönetmek lazım” diye çırpınmaktadır!
KİM YENER?
Bütün bu mesajlar, aslında bir siyasi projenin ana hatlarını ortaya koymaktadır. Seçmenler, bu mesajları algıladıkları oranda ve algıladıkları şekle göre tepkilerini olumlu veya olumsuz olarak ortaya koyacaklardır.
Bazıları, Türkiye’nin kazanması için oy kullanacaktır: “Bana ne! Ben ne KKTC’ye güvenirim, ne de Rumların maşası haline gelmiş olan AB’ye. Ben oyunu Türkiye’nin istediği şekilde kullanacağım” der, gerisine karışmaz.
Bazıları Avrupa diyecektir: Rumların engellemelerine karşın Avrupa Birliği’nin eninde sonunda Kıbrıslı Türklere sahip çıkacağını hayal etmekte olmalıdırlar. “Türkiye’nin etki alanından çıkalım da ne olursa olsun” diyerek oy kullanabilir.
Şimdiki durumda, bu iki anlayışın bir kutuplaşma yaratmaya çalıştığına tanık oluyoruz. Bizi, bu iki kutuptan birinin etrafında toplaşmaya zorluyorlar.
BAŞKA BİR TEPKİ
Kutuplaştırma, kendi taraftarlarını bütünleştirmek için çok yararlıdır. Ama kendi taraftarlarınızı toplaştırırken, karşı tarafı da güçlendirirsiniz. Böyle bir kutuplaşma, adaylar için olduğu kadar toplumsal yaşam için de risklidir. Kutuplaşmanın tarafı olan kişiler birbirlerine selam bile vermemeye başlar. Toplaştıkları yerler farklılaşır. Birbirleri ile değil, kendi içlerinde ticaret yapmaya yönelirler; bir nevi dayanışma!
Bu gibi topluluklara, ‘toplum’ demek bile doğru değildir. Ortak tasalarını ve umutlarını da yitirdikleri ölçüde çatışmalar derinleşir. Sonuç parçalanmadır.
Ama BAŞKALARI da vardır. Bazıları vardır ki çok özgüvenlidirler. “Türkiye ile kader birliğimiz vardır. Ama idareyi tümüyle onlara bırakmamız gerekmez. Biz yönetebiliriz; desteklerse de memnun oluruz” diyerek ellerini taşının altına koymaya hazırdırlar. Hazır oldukları ölçüde başkalarını ikna etmek için de çalışır, dururlar!
BUNLAR BAŞKADIR! Başka bir tepki yaratarak, başka bir şey arayanların oylarına taliptirler.
Farklı adayların şahsında, farklı şekillerde izah edilse bile seçimlerde bu üç temel anlayış yarışmaktadır.
Ve elbette seçmenin dediği olacaktır!