Bir tartışmadır tutturduk gidiyoruz: Kimimiz “federal çözüm” diyor başka şey söylemiyor. Erdoğan ve KKTC’deki yandaşları ise “iki devletli çözüm” söyleminde ısrar ediyor. Arada bir, “ikisi de olmayacağına göre iş birliğine dayanan ara çözümler bulalım” diyenlerin sesi duyuluyor.
- Rum tarafının “federal çözümü” bizimkine benzemiyor. Rum tarafı ile anlaşabilsek bile artık Türkiye’nin onayını alamayacağımız çok açık. Düşlediğimiz gibi bir “federal çözüm” olacak gibi görünmüyor!
- İki devletli çözümü, sadece Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından savunulur hale geldi. Dünya siyasetinde etkili olabilecek hiç kimse bu çözümü desteklemiyor; karşılığı yok! ABD desteği ve BM aracılığı ile inşa edilmeye çalışılan Kosova bile tam bir “devlet” olamadı, başarıya ulaşamadı. Belli ki, Kıbrıs’ta iki ayrı devlet inşa etmek de mümkün olmayacak!
- Rumlar ile Türklerin iş birliği yapmasını ve bölgesel zenginliklerin böylece bölüşülmesini savunanların sesi KKTC içinde bile yeterince duyulmuyor. Kıbrıslı Türkler bile bunun olacağına inandırılamamış… Rum tarafı bizimle zenginlik paylaşımına niye gitsin? Bunun da olacağı yok!
Kendi hayatlarını kolaylaştırmak için Kıbrıs sorununun çözümlenmesinden veya iki tarafın iş birliği yapmasından yarar umanlar, Nasrettin Hoca’nın tutumunu hatırlasınlar: Alacaklısı borcunu tahsile gittiği zaman Hoca, yol kenarına döşediği frammoyu işaret ederek, “Merak etme. Bu çaltıları yol boyuna dizdim. Koyunlar geçtikçe sürünecek, ben de yünlerini toplayıp eğireceğim. Sana olan borcumu da ödeyeceğim” dememiş miydi?
Hoca’nın yaklaşımının “Kıprıslıcası” budur ve bu yaklaşımı Kıbrıs sorununa uygulamak mümkündür.
- Rum tarafı düzenini kurmuştur: Kıbrıs sorunu, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı aleyhine kullanılabilir iyi bir aparattır. Bize ihtiyacı yoktur ve bu aparatı çalıştırmaktan memnundur. Arada bir “federal çözüme hazırım” nidasıyla da zaman ve prestij kazanmaktadır.
- Türk tarafı bu sorunun varlığından dolayı bedel ödemektedir ama gelecekte Doğu Akdeniz’in Kuzey yarısının sahibi olacağı hayali ona “dayanma gücü” vermektedir.
Sorunun “baş aktörleri” bugünkü durumu değiştirmemek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Uluslararası düzeni yeniden şekillendirmek gücüne sahip olanlarsa Kıbrıs sorununun bugünkü şeklinden şikayetçi değillerdir. Ortada onların çıkarlarını tehdit eden bir sorun görünmüyor.
Ada’daki durumun hemen değişmesinden medet umanlar, çaltılara takılacak yünlerin eğrilmesini ve ipliğe dönüşmesini beklemek zorundadırlar.
Bekledikçe yakın gelecekte ne olabileceğini de görüyoruz ama… Türkiye ile Kuzey Kıbrıs, medeni dünyadan biraz daha uzaklaşacak; gelir ve kültür farklılıkları artacak; yoksulluk derinleştikçe farklı toplum kesimlerinin düşmanlıkları yoğunlaşacaktır. Farklı çıkar grupları ve çeteleşmiş ekipler bu durumdan yararlanabilecekler ama genel olarak halk fakirleşecektir. İyi eğitim alma olanağı bulan insanlar gibi yoksul ama çalışma azmi olanlar da adayı terk edecek, yoksullaşma insan kaynağını da olumsuz olarak etkileyecektir.
Ticaretle uğraşanlar iyi bilir: Bazen alacağının önemli bir kısmından vazgeçerek tahsil edebileceğini etmek ve yoluna devam etmek daha yararlıdır. Ama Kıbrıs’ta yeni bir düzen kuralım, ortaya çıkacak sorunları da bu yeni düzen içinde çözmeye çalışalım anlayışının hayata geçmesine imkân verilmeyecek; koyunların yünlerinin birikmesini beklemek zorunda kalacağız.
Ama iddiam da odur ki, bu çaltılarda yün birikmeyecek! Bence hiçbir koyun, bu yoldan geçmeyecek!
Hoca’nın açlıktan ölmek üzere olan eşeğine ne söylediğini de biliyoruz zaten: “Ölme eşeğim ölme. Arpa saman çıksın da yiyesin!”