Türkiye’de seçimler sona erdi. Seçimin kazananı belli; kaybedeni belli…
Seçim sonucuna ilişkin tartışmaların büyük ölçüde bu sayısal sonuçlar üzerinden yapılması “normal” görünse bile, Türkiye normal olmadığından “büyük bir üzüntü kaynağı” olarak görülmek zorundadır. Sorun sayısal değil, nitelikseldir. Değerlendirme de öyle olmalıdır.
Türkiye, hiçbir demokratik ülkede olmayan ve hatta İran’da bile rastlanmayan bir seçim süreci yaşadı. Bütün devlet olanakları tek bir aday için harcandı. Devletin parası ulufe gibi dağıtıldı; TRT ekranları tepe tepe kullanıldı. Bir aday ve yandaşları bol bol SMS atarken SMS kanalları diğer adaya kapatıldı. Avuçları ile sevgi/kalp işareti yapan gençler yaka paça karakola götürülüp sopadan geçirilirken iftira atmak için video montajlayanlar alkışlandı. Bunlar herkesin görebileceği şekilde yapıldığına göre, kapalı kapılar ardında, Anadolu kentlerinin yoksul mahallelerinde kim bilir neler yapıldı?
Erdoğan muhaliflerinin kendi adaylarından öncelikli talebi, “oylarının korunması” oldu… Düşünebiliyor musunuz; seçmenlerin yarısı, “size oy vermemiz için oylarımızı koruyacağınızın teminatını verin” dedi. Bu teminatı devletlerinden değil, oy vermeyi düşündükleri adaydan talep ettiler. Adil bir seçim yapılacağına güvenmediler. Hala daha “kaybettiklerini” kabul etmeyen dünya kadar insan var!
Denilebilir ki “Türkiye” budur… Türkiye’de seçime girecek olan, Erdoğan’ın elinden Cumhurbaşkanlığı makamını almayı hayal eden adaylar da sokaklarda olmak, bol bol harcama yapmak ve hatta ayrı iletişim araçlarına sahip olmak zorundadırlar. Aksi takdirde seçim kazanmayı beklemesinler…
İşte zurnanın “zırt” dediği yer tam da burasıdır zaten!
Bir devlet, nasıl bir devlet olduğunu tam da böyle zamanlarda gösterir. Bu seçim, Türkiye’nin bütün yurttaşlarına eşit haklar sağlayan “demokratik bir hukuk devleti” olmadığını bir kez daha gösterdi. Sayılara bakıldığı zaman “kazananın” Erdoğan olduğu rahatlıkla söylenebilir ama Kılıçdaroğlu’nu “kaybeden” olarak nitelemek çok doğru olmayacaktır. Kılıçdaroğlu, tarihi bir liderlik sergiledi. Bu seçimden önce kimsenin kendisinden beklemediği bir kucaklayıcılıkla Türkiye’nin gerçek sorununun “hukuksuzluk ve eşitsizlik” olduğunu bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına yaşattı. Kaybedenler bellidir: Hak, hukuk, adalet, eşitlik bekleyen herkes kaybetmiştir!
Seçmenleri devletin temel ilkelerinin kurtarıcısı veya siyasilere performanslarına göre adalet dağıtan “hakimler topluluğu” gibi algılamamak gerekir. Seçmenler, çoğu zaman kendi “marjinal çıkarlarını” korumak için oy verirler. Sonuçta 27.5 milyon oy, 25.5 milyon oydan fazladır ve Erdoğan seçimi kazanmıştır. Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’ye ne KAZANDIRDIĞINI ise önümüzdeki günler çok daha net bir şekilde gösterecektir.
Buradayız nasılsa! Bütün bunları yeniden değerlendirmek, yeniden ve yeniden konuşup yazma olanağı bulacağımızı umarım.