Kıbrıs Rum tarafından son haftalarda yükselen itiraflar, Kıbrıs sorununun ne olduğunu bir kez daha anlamamız ve bizden başkalarına da anlatabilmemiz için ip uçları veriyor.
İlk önce Rum Yönetimi Başkanı Hristodulidis konuştu. Oturduğu koltuğun Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı koltuğu olmadığının farkında olmalı ki “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ne biz sevdik ne de Kıbrıslı Türkler” dedi.
Sonra sıra, sanki müzakere varmış gibi “müzakereci” olarak belirlenmiş olan her devrin diplomatı Menelaos Menelau’ya geldi. “1960 anlaşmalarının etnik ayrımlarını müzakere kazanımlarıyla aşıyoruz” gibi bir laf etti.
Müzakere süreci ile ilgili ilkeler, her defasında aynı şeyi tekrar eder: “Her konuda anlaşılmadan hiçbir konuda anlaşılmış sayılmaz”.
Bu ilkenin varlık nedeni, tarafların rahat bir şekilde ve sonuca odaklanarak müzakere etmesini sağlamaktır. Bu ilke olmasa, taraflar müzakerelerin her adımında “taviz vermiş” duruma düşmemeye özellikle dikkat edecek ve müzakerelerde ilerleme yaşanması olasılığı ortadan kalkmış olacaktır. Gerek Hristodulidis’in gerekse Menelau’nun açıklamaları, Kıbrıs Rum tarafının Annan Planı referandumundan beri, “müzakerelerin farklı aşamalarını kazanımlar elde ederek tamamlamak ve uzun yıllara yayılacak süreç sonunda esas amaca ulaşmak” stratejisine bağlı olarak sürdürdüklerini kanıtlamaktadır.
Övünürken suçlarını da itiraf etmiş oldular: Müzakere prensiplerine bile bağlılıkları yoktur.
Gelelim amaçlarına…
Amaçları arasında, “erken çözüm” yoktur!
Hristodulidis’in vurgusu vizyonlarını, Menelau’nun açıklamaları ise müzakere sürecini nasıl değerlendirdiklerini ortaya koyuyor. Amaç, karşılıklı tavizlerle bir uzlaşıya varmak değildir. Amaçları, yıkılan iki toplumlu cumhuriyetini günün koşullarına göre yeniden inşa etmek değildir! Amaçları, uzayıp giden müzakerelerle kazanımlar elde etmek ve sevemedikleri 60 cumhuriyetinin kalıntılarından da kurtulmaktır. Haliyle, Kıbrıs Türk tarafının kaygıları ile ilgili değiller; kendi işlerine bakıyorlar!
Amaç, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “etnik ayrımlardan” temizlemekse “siyasi eşitliğin” veya “iki toplumluluğunun” anlamı ne olacaktır?
Daha onlarca saptama ve onlarca soruyu içinde taşıyan iki önemli açıklama ile karşı karşıyayız. Bu iki açıklama, Rum liderliğinin “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş” veya “Kıbrıslı Türkler ile anlaşma” diye bir hedefleri olmadığını ortaya koymaktadır. Buna karşın, “İyi ya işte… KKTC’yi tanıtmaktan başka şansımız yoktur” diye seslerini yükseltecek olanların ise bu açıklamaları değerlendirerek Rum tarafını çözüme zorlamak gibi bir strateji izlemeyeceği de açıktır. Onlara sözüm şudur: “Gerçeğe dönün. Boş hayaller satarak makam sahibi olmaya çalışmayın!”
Körler ve sağırlar, birbirlerini ağırlar!
İki taraf da kendi yolunda ilerleme gayretindedir ama bu yol, varabileceği yere varmıştır; bundan ötesi yoktur!